Yasal Uyarı:
Bu inde,
sevenlere, ziyaret edenlere yıllardır terör uygulanmaktadır.
Bu doğru değildir; ama engel de olunamamaktadır...
Her ayının yalnız kalabildiği, kendi dünyasını, fırtınalarını yalnız yaşayabilip,
müdahalesiz hayal kurabildiği bir ini olmalıdır.
O in tek kişilik imparatorluğunun merkezi olmalı;
o inde özlemeli, o inde parmak izi gibi hisler korunmalıdır.
Bazen HİÇBİR ŞEY yapmasan da olur o inde;
o an HİÇBİR ŞEY yapmak istemediğinde
ve bunun hesabını vermek, altında ezilmek istemediğinde.
Her in, ayının ruhunu yansıtır;
bir ayı insiz, bir köpek kulübesiz kalmamalıdır.
O in, bazen bir işyeri,
bazen yeşil halılı bir oda, odada bir köşe,
ya da köşedeki bir defterdir.
Kimi zaman parkta bir bank,
beyaz floresanlı bir çorbacı,
bazen de Beşevler’de bir tepedir...
gibi satırlar vardı Düş Hekimi - 2 kitabımda - "Ayının İni" yazısında.
İlk kitabım "Düş Hekimi"nde ise (o zaman "Bir"i, "İki"si yoktu daha) "Zaman Hırsızları" diye bir yazım vardı:
ZAMAN HIRSIZLARI
Gözler yine saatte, kaç dakika kaldı?
Kaç dakika daha kaldı, elindeki işi yetiştirmene, şu yazını bitirip, fırlatıp atmana?
Kaç dakika kaldı, yetişmene, koridorda koşmana, telefon etmeye, randevuya, almaya, vermeye, öpmeye, ayrılmaya, sevgiye, nefrete?
Zaman hırsızları sanatlarını en profesyonel şekilde icra ediyorlar. Şifremizi öğrenmişler, hesabımızı boşaltıyorlar usul usul.
Zaman hırsızları koyun postunda. Çok iyi dost, masanın yanında, telefonun ucunda, bozuk cihazının solunda, banka kuyruğunda, akşam yemeğinde.
Toplantıda, şortu - espadrili ile tatil yolunda. Üçüncü sigarası ile tam karşında.
Cehaleti, çaresizliği ile büyük dolaşımında. Kara duvarda bile karşına çıkan, kara bir gölge gibi, her an yanında. Saatin tik takları kolunda, at yarışında.
Hesap ver, öde ya da çaldır. Bulaşıkları yıkamak yok bu işte, kasko falan da.
Diyetler ödenecek. Zamanlar uçup gidecek. Yukarıda tek bir nemli kum tanesi bile kalmayacak ve zaman hırsızları başka hesapları soyacak. Başka ışıl ışıl kumlar akacak ince belli camlardan.
Kaç altmış saniye daha var küsmeye, barışmaya, tanışmaya, aşık olmaya, yaşamaya, ölmeye, güneşi yakalayıp zamanın önüne geçmeye?
O hep özleyip bir türlü arayamadığın, sonra da cenaze törenini bile kaçıracağın can dostunu görmeye?
** ** **
Yine ilk kitabımdan, yayınevinin uyarısıyla çıkardığım başka yazılar da vardı:
GELENE
1/7/1997
Ben bütün arkadaşlarımdan, akrabalarımdan, eşimden, dostumdan, herkesten bıktım!
Tek ve tek istediğim şey, yapayalnız kalmak.
Küsün, bir daha gelmeyin! Beni aramayın, ben sizi sevmiyorum.
Ben yalnız kalabilmek istiyorum!
Sigaranızı, hikayelerinizi, felsefelerinizi, muhabbetlerinizi alın,
Bir daha da hiç gelmeyin!...
** ** **
Çıkarılmış başka bir yazı daha var, ama buraya koymasam daha iyi.
Şimdi en iyisi nereye varacağı belli olmayan bu satırları kesmeli;
cehenneme giden yolda, sabaha kadar açık bir çorbacı bulup,
kaşık kullanmadan çorba içmeli...
Kareler;
son on seneden - bu geceye,
"telli turnalar"ın dışındakilere:
(barikat / 2005 haziran):
Hastamın olmadığı günlerde
kimi zaman koltuğun üzerine konmuş dikenli tel;
kimi zaman dökülmüş raptiyeler
ve paha biçilmez bir perşembe öğleden sonra,
teker teker gelmiş kim bilir kimden sonra,
fotoğrafını çekmediğim - tam zil düğmesine yapıştırdığım bir yazı.
Yine çalan zil,
yeni bir gülen arkadaş suratı,
ne zaman biteceği - ne zaman gideceği
hemen ardından kimin geleceği belirsiz:
- eee; n'apıyorsun anlat bakalım... sohbetleri.
Sırtımda bantlı kanatlar, delik cebimde bir avuç zaman,
10'luk matkap, deklanşör, pedallar beklerken beni;
- n'oolacak oğlum bu dünyanın halleri?...
düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com