(fonda çalan müzik: kırlara doğru / modern folk üçlüsü)

 

 

YOLCULUK  -  “Bir Başkent Masalı”

 

 

 

 

 

 

 

Ankara Tren Garı’nda bir uğurlama vardı;

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nı İstanbul’a yolcu edeceklerdi.

 

 

Eski arkadaşlar bir aradaydı. Cumhuriyet kurulduktan hemen sonra doğmuşlar, kısmen boz ve toz bir kırın başkent oluşunun ilk tanıkları olmuşlardı.

 

Uğurlamaya gelenler arasında kimler yoktu ki? Camları ay-yıldızlı vagonun dibinde ağlamaktan gözyaşları kurumuş Çubuk Barajı duruyordu. Onun arkasında, yorgun Atatürk Bulvarı vardı. Yıllar onu değiştirse de, değişmez adının verdiği gururla o da Merkez Bankası’na mendil sallıyordu.

 

Atatürk Orman Çiftliği ise çok hastaydı; doktorlar bu uğurlamaya gelmesine izin vermemişti. Yaşlı Paraşüt Kulesi yakından gelmişti, yine de nefes nefeseydi.

 

Ve sıtma kaynağı koca bir bataklığın üzerine kurulmuş Gençlik Parkı da bu yolculukta kadim dostunu yalnız bırakmamıştı.

 

 

Ne renkli flüoresanları, ne göğe değen fıskiyesi, ne kayıkları, ne tiyatroları, ne gazinoları, ne semaverleri, ne nikâh salonu, ne “Şişman” dondurmacısı, ne orta halli aileleri, ne Ada Lokantası, ne küçük trenleri Mehmetçik’le Efe, ne de küçük istasyonları Havuzbaşı’yla Esmen kalmıştı. Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in karargah olarak kullandığı binanın yanında yapayalnız, perişandı.

 

Bembeyaz yakalı, kızları kurdeleli okul çocukları da gelmişti. Onlara 1927’de verilmiş birinci vazifeleri burada bulunmalarıydı.

 

Tedavülden kalkmış yapılar gibi, tedavülden kalkmış banknotlar da oradaydı; gözyaşlarıyla ıslanmışlardı.

 

T. İş Bankası da tarihi binasıyla pirinç TCDD yazısının yanındaydı.

 

Ankara’da eşsiz bir şube olarak kalmış, Genel Müdürlüğü ise bir gece kırmızı bir kamyonun kasasında, İstanbul’un göğü delen kulelerine taşınmıştı.

 

Gözleri özlemle, bir zamanlar meydanları süsleyen kumbara şekilli saatleri aramaktaydı.

 

Ya Taşhan; Ulus’taki Zafer Anıtı yeniden düzenlenirken yıkılan Taşhan’ın yerine yapılan Sümerbank orada mıydı?

 

Ankara Palas, kocaman Siemens saatin altında duruyordu. Bundan sonra ne olacağını o da bilmiyordu.

 

Semtine adını veren havuzlu parkıyla güzelim Kızılay Binası’nın neden gelemediğini ise herkes acıyla biliyordu. O, artık gelemezdi.

 

Türk Polis Örgütü için yapılmış Güven (Emniyet) Anıtı, sırtını istasyon duvarına dayamıştı. Onun heybeti de, Ulus’taki Zafer Anıtı gibi güvercinlerin insafına kalmıştı.

 

İttihat ve Terakki’nin Parti Kulübü Binası olarak inşa edilmeye başlanıp, inşaatı tamamlandığında 1. Meclis Binası olarak tarihimize geçen Milli Mücadele’nin onurlu sembolü, çevresindekilere Merkez Bankası’nın kuruluş zamanlarını anlatıyordu.

 

** ** **

 

Kurtuluş Savaşı bitmişti; kalesi, surları, Erzurum Kapısı, Çankırı Kapısı, İstanbul Kapısı, İzmir Kapısı, Namazgâh Kapısı, Aynalı Kapı, Kayseri Kapısı arasındaki kerpiç evlerin arasından pırıl pırıl bir Cumhuriyet doğmaktaydı.

 

Bir kahramanlar meclisi, 9 Ekim 1923 tarihinde tek maddelik bir kanun tasarısını kabul etmişti:

“Türkiye Devleti’nin makarrı idaresi Ankara şehridir.”

 

yani: “Türkiye Devleti’nin başkenti Ankara şehriydi.”

 

Kısa süre önce topraklarımızı işgal etmiş ülkeler, başkentin İstanbul olması için ısrar etseler de, Cumhuriyet ateşi tüm ülkeye merkez Ankara’dan yayılacaktı. 29 Ekim 1923’te bize de emanet edilecek destan ülkesi, artık “Türkiye Cumhuriyeti”ydi.

 

Değil Atatürk Bulvarı, doğru dürüst yolu olmayan, temel taşıma aracı eşek olan ülke başkentinde büyük bir heyecan hakimdi. İstanbul’dan ve yurdun pek çok yerinden Ankara’ya yolculuk vardı – Cumhuriyet Danteli, ilmik ilmik - tuğla tuğla örülüyordu.

 

O tarihlerde genç Cumhuriyet’in bir Merkez Bankası yoktu.

 

Osmanlı İmparatorluğu’nda ise önce 1847 yılında Alleon ve Baltazzi isimli Galata bankerlerince Bank-ı Dersaadet adında bir banka kurulmuş, 1856 yılında da İngiltere kralının bir fermanı ile merkezi Londra’da olan, İngiliz sermayeli Osmanlı Bankası “Ottoman Bank” kurulmuştu.

 

1863’te ise, Osmanlı Bankası kendisini feshetmiş ve İngiliz - Fransız ortaklığı şeklinde Bank-ı Osmanii Şahane adını almıştı. Banknot çıkarma imtiyaz ve tekeli bu İngiliz – Fransız bankasındaydı ve Osmanlı Hükümeti banknot çıkaramazdı.

 

İttihat ve Terakki zamanında “İtibar-ı Milli Bankası” kurulduysa da ilk Merkez Bankası fikrimiz Cumhuriyet’le birlikte, 1923 yılında İzmir’de toplanan İktisat Kongresi’nde ortaya çıkmıştı.

 

Merkez Bankamızın tam adı da:

“Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası” değil,

“Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” olacaktı.

 

Nihayet genç Cumhuriyet, 11 Haziran 1930 tarihinde 1715 sayılı Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu ile kendi Merkez Bankası’nın kanununa kavuşmuştu.

 

 

 

Bu arada banknotlarımız 1960’lara kadar başta İngiltere olmak üzere Almanya ve A.B.D.’inde basılacaktı. Hatta 2. Dünya Savaşı sırasında İngiltere’de basılmış 2. sürüm İnönü resimli paraların büyük kısmı, paraları getiren gemi batırıldığı için tedavüle dahi çıkamayacaktı.

 

 

 

Cumhuriyet kurulmuş, apaçık alınla çıkılan on yıllık süreçte reformlar birbirini izlemiş,

artık Gazi’nin kararlı tutumu nedeniyle Büyükelçilikler de İstanbul’un başkent olması ısrarından vazgeçip, birer ikişer Ankara’ya gelmişlerdi.

 

O çetin dönemde memurlar için Ankara’da “Yenişehir” kuruluyordu. Öyle ki, karlı kış gecelerinde kimi zaman kurtlar Yenişehir’e kadar inip Şehremini’nin Avrupa’dan getirttiği bronzdan kız heykelini dişliyorlardı.

 

Falih Rıfkı Atay bu durumu “Çankaya” kitabında:

 

"...Gece kar o kadar yağmıştı ki, otomobiller saplanmışlar, sökülemez hale gelmişler. İngiliz Büyükelçisi George Clark, yanında müsteşarıyla birlikte Başvekil İsmet Paşa'nın evinden çıkınca, yürüyerek gitmekten başka çare olmadığını görür. Evi de birkaç yüz metre yukarıda. Fakat ara yer bomboş, kırlık. Biraz ilerleyince büyükelçiyi bir gülme tutmuş. 'Kurtların bizi parçalaması bir şey değil. Fakat kurtların parçaladığı insanlardan ilk defa olarak, kar üstünde frak ve silindir şapka parçalan kalacak' demiş“

 

satırlarıyla anlatıyordu.

 

** ** **

 

Başkente ve başkentin diğer illerle iletişimine gelince:

 

Telefon numaraları dört haneliydi. İstanbul ile konuşmak sıraylaydı. Konuşma uzarsa telefon kesiliyor, yeniden sıraya giriliyordu. 1926’da başkentte 267 tane telefon vardı.

 

Ankara’nın başkent oluşu Meclis’te ayakta alkışlanırken elektrik olmadığından, toplantı salonu gaz lambaları ve lüks lambaları ile aydınlatılıyordu. Daha sonra 1925’te şehrin bir kısmına bir buharlı lokomotiften zayıf bir elektrik cereyanı verilmeye başlanmıştı.

 

Gerisini,

gerek dünyada gerek Türkiye’de teknolojinin, iletişimin, bilgi alış verişinin, hele parasal hareketlerin nerelere vardığını,

emekli maaşını çekerken de, öğrenci harcı yatırırken de,

bilet alırken de, tebrik ederken de,

avucunuzdaki ekrandan “çok öperken” de,

başkentte bir hamburgerciden, Taşkent’te bir şantiyedekine: “kendine çok iyi bak” derken de biliyorsunuz.

 

Bu baş döndürücü iletişim noktasında, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın Ankara Garı’ndan, finans merkezi İstanbul’a taşınması masalını da baş döndürücü bir teknolojik paylaşımla okuyabiliyorsunuz.

 

** ** **

 

Masalımızı burada bitiriyorum. Uğurlamaya gelemeyenler arasında komşusu Baba Karpiç’in (yani Karpovitch’in) Karpiç Lokantası’nı, Akba Kitabevi’ni ve Reşat Önat’ın Atatürk Bulvarı klasiği Piknik’i de anmadan geçemiyorum.

 

Bütün bu yazdıklarımın sadece bir masal olduğuna inanmak,

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 3 Ağustos 2006’daki 2006 - 59 sayılı basın duyurusundaki:

 

1211 Sayılı “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” Kanunu’nun 2. maddesinde “Bankanın merkezi Ankara’dadır” hükmü bulunmaktadır.

 

Bununla birlikte Bankamız İdare Merkezinin bazı birimlerinin İstanbul’a taşınması konusu geçmişte de Bankamız gündemine gelmiş ve yetkili organlarımızca değerlendirilmiştir. Bugün için İdare Merkezimizin İstanbul’a taşınması konusunda Bankamızın almış olduğu bir karar bulunmamaktadır.

 

Kamuoyunun bilgisine sunulur.

 

satırlarıyla teselli bulmak istiyorum.

 

Bazen değil bir banknot,

değil bir park,

değil bir insan,

 

koca bir şehir de

tedavülden kalkabilir.

 

 

 

Şimdi kırlara değil,

istasyona doğru yola çıkıyorum.

 

Ama bir uğurlama törenine değil,

buharlı bir trene atlayıp geçmişe,

bahçelerinde bandolar çalan,

havuzlarında kırmızı balıklar oynaşan,

herkesin birbirini tanıyıp, saygıyla selamladığı

heyecanlı bir merkeze,

 

on binlerce yıl her savaştan açık alınla çıkacak

bir ülkenin başkentine,

 

çakır gözlü bir Ulu Önder’e sımsıkı sarılmaya gidiyorum…

 

düş hekimi yalçın ergir  http://www.ergir.com

(2007 - bir güzel Ankara Ekim’i)

 

 

(bu yazının PowerPoint sunum hali:

http://www.ergir.com/yolculuk.htm

adresindedir)