fon müziği: noble dame
new york rock & roll ensemble
HOCA BEY’İN MUAYENEHANE ZİYARETİ
Hastaneye, eğitime susamış bir ülkede, bir “uyku öncesinin” değil, “derin bir uykunun ardındaki “Türkiye Masalı”nı, aslında bir “Türkiye Gerçeği”ni yazmıştım “O’na Gözyaşları” kitabımda yer alan “Hoca Bey” yazısında.
Doğan her üç bebekten birisinin sağlık sisteminin yetersizliğinden dolayı bir yaşını dolduramadan öldüğü, ülkenin başkentindeki hastanede bile hasta bebeklerin aynı yatakta yatırıldığı, bebeklerin ölü bulunmalarının doğal karşılandığı, okuma yazma bilen oranının da son derece trajik olduğu, ikisi aynı şehirde olmak üzere, sadece üç üniversitesi olan bu ülkede İhsan Doğramacı isimli idealist bir çocuk doktorunun ortaya çıkışını, sağlık ve eğitimde gerçekleştirdiği devrimleri, birbiri ardına doğudan – batıya yurt çapında kurulan üniversiteleri, üniversiteleri, üniversiteleri, hastaneleri, hastaneleri, hastaneleri yazmıştım. ( http://www.ergir.com/hocabey.htm )
Ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından uluslararası alanda gösterdiği üstün başarılar ile Türkiye’nin temsiline ve tanıtımına katkı sağlayan kişilere verilen “T.B.M.M. Onur Ödülü”ne 2007 yılında “Hoca Bey”, Prof. Dr. İhsan Doğramacı layık görülecek, (http://www.ergir.com/onur_odulu_fotograflari.htm ) ben de kendimi T.B.M.M.’ndeki tören kürsüsünde bir okyanusun kıyılarını anlatırken bulacaktım.
** ** **
Derken geçirdiğim bir kaza sonucu Hoca Bey önce telefon edip “geçmiş olsun” diyecek; ardından da davetimi kabul ederek 23 Ağustos’ta muayenehaneme ziyarete geleceğini söyleyecekti.
Muazzam bir hazırlık başlamıştı; muayenehanem bir çocuk parkı gibiydi ve mezun olduğum üniversitenin girişinde heykeli duran Hoca Bey bu parka gelecekti.
Liseden arkadaşım Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı sevgili Elif Dağlı Sezginer ve Bilkent Üniversitesi Bilgisayar Teknolojisi ve Programlama Bölüm Başkanı sevgili Reyyan Ayfer ile hemen bir karşılama programı yaptık. Hoca Bey buraya geldiğinde fotoğrafının üzerinde “gölge etmesinler, başka İhsan istemez...” yazılı formalarla karşılayacaktık.
Sanki burada bir “gün” vardı, hepimiz üzerlerimizde civciv gibi formalar heyecanla tabakları, “brownie”leri, tuzluları hazırlıyorduk.
Derken önce kocaman bir çiçek, ardından da haber geldi: Hoca Bey’in eşi Ayser Hanım da geliyordu. Paçamız iyice tutuşmuştu, yani üniversite bahçemde duran heykelin bir bakıma heykeltıraşı da yoldaydı.
Çok hoş bir sürprizle beni ilk defa elimden tutup Hoca Bey ile tanıştıran yılların vefakar yol arkadaşı – Bilkent Üniversitesi Büro Yönetimi ve Sekreterlik Bölümü Başkanı sevgili Esra Fındık da konuklarım arasındaydı.
** ** ** Muayenehanede dişleri telli "Deniz Kızı Ariel"in posteri önünde “yaşamda bir kez” tadılabilecek sohbet başlamıştı.
Hoca Bey anlattıkça anlatıyor, saatler dakika gibi geçiyordu. İki buçuk saat sonra Ayser Hanım, Hoca Bey’e artık gitmeleri gerektiğini söylerken, sayın ve sevgili Doğramacı “dört dakika daha – dört dakika daha” diyordu.
Herkes ta kendisi gibiydi, ne ciddi maddeler tartışılıyor, ne tutanaklar tutuluyordu. Bir öğretmen yıllar sonra öğrencileriyle bir araya gelmişti.
Bu arada öğretmen, öğrencisine son derece şık bir de saat armağan etmiş, bu saat düş hekiminin sadece koluna takılmamış, bir sonraki kuşağa devredeceği değerler arasına da katılmıştı.
Hoca Bey kapıdan: “bu sayılmaz, bir daha geleceğiz” diye gülerek çıkarken, Bülten Sokak’ta bir akşam daha başlıyordu…
düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com |